Kategoriler
Biyocoğrafya

Öyle bir başarı ki, birçok avcıdan kaçabilmişti, ancak…

Anadolu yer sincabı.

Arazi kullanımı değişikliği (özellikle doğal alanların yerleşim ve tarım alanlarına dönüştürülmesi), içinde bulunduğumuz biyolojik çeşitlilik krizinin (COVID-19 salgını dâhil) en önemli nedenlerinden biridir. Çünkü türlerin yaşam alanlarının kaybına ve parçalanmasına neden olmaktadır. Örneğin, karayollarında her yabani hayvan yaşamını yitirdiğinde, aslında arazi kullanımı değişikliğinin doğal yaşam üzerindeki olumsuz etkisine tanık olmaktasınız!

Anadolu yer sincabının coğrafi dağılımı.

Anadolu yer sincabının iç ve doğu Anadolu’daki yaşam alanları (aslında ülkemiz biyolojik çeşitliliğinin önemli bir kısmını barındıran bozkırlar) da, arazi kullanım biçimleri (örneğin, karayolları ağı) nedeniyle kaybolmakta ve parçalanmaktadır. Çok sayıda Anadolu yer sincabı, diğer doğal yaşam sakinleri gibi, üzerlerine yapılan evler, üzerlerinden geçen arabalar vb. nedeniyle yaşamını yitirmektedir.

🙁

En az 2 yaşındaki bir ergin erkek de, 21 Mart 2021 tarihinde öğlen saatlerinde yaşam alanının ortasından geçen, neredeyse hiç trafiğin olmadığı bir yolda yaşamını yitirdi. Kendisiyle birlikte yaşama merhaba diyenlerin (özellikle de hem cinslerinin) büyük bir çoğunluğu çok daha önce yaşamını yitirmişti. Bu nedenle, aslında bugünlere kadar hayatta kalması büyük bir başarıydı! Öyle bir başarı ki, birçok avcıdan kaçabilmiş, yazın depoladığı yağları kullanarak en az iki kış uykusunu geride bırakabilmişti. Büyük ihtimalle de, bu başarısını olabildiğince çok dişiyle çiftleşerek katlamak isterken yaşamını yitirdi. Çünkü ilkbaharda kış uykusundan hemen sonra başlayan ve 3-4 hafta süren eşleşme döneminde olabildiğince çok dişiyle çiftleşebilmek için beslenmeye daha az zaman ayırarak uzun koşular yapıyor, tüm fırsatları değerlendirmek istiyordu. Bu nedenle, yaşamını yitirdiğinde, kış uykusundan çıktığında olduğundan bile daha zayıftı, 200 g ağırlığındaydı. Ancak bir önceki yılın yaz sonunda kış uykusuna girdiğinde en az bunun 2 katı ağırlığındaydı ve yaşamını yitirmeseydi önümüzde yaz sonunda tekrar en az bu ağırlığa ulaşacaktı.

Loading

Kategoriler
Genel

Tipolojik Düşünceden Populasyon Düşüncesine

Gür H. 2018. Tipolojik düşünceden populasyon düşüncesine. Bilim ve Ütopya 290: 91-92 / 92-93. Kart Gür M. 2018. Omurgalılarda vücut sıcaklık örüntüleri. Bilim ve Ütopya 290: 89-94’de yayınlanmıştır. https://bit.ly/3uR8We8

Darwin’in 1859 yılında yayımladığı “Türlerin Kökeni” kitabıyla bilim dünyasına yaptığı önemli katkılardan biri, tipolojik düşüncenin populasyon düşüncesi ile yer değiştirmesidir (diğer önemli katkılar, evrim ile ilgili birçok kanıt sunması ve evrimsel değişimi açıklayan bir mekanizma olarak doğal seçilimi önermesidir).

Platon’un ‘idea’ (eidos) öğretisi, tipolojik düşüncenin felsefi omurgasını oluşturur. Bu öğretiye göre, gözlenen değişkenliğin altında yatan sınırlı sayıda sabit ve değişmeyen idealar vardır. İdea, sabit ve gerçek olandır. Gözlenen değişkenlik ise, Platon’un mağara alegorisinde ifade ettiği gibi, bir nesnenin mağara duvarına yansıyan gölgesinden daha gerçek değildir. Bu durumda, bir türün bireyleri arasında gözlenen biyolojik değişkenlik (varyasyon), o türü tanımlayan doğal ideanın (‘tip’in) yetersiz bir görünümü olarak ortaya çıkar.

Populasyon düşüncesi, tipolojik düşüncenin tamamen aksini söyler. Bu düşünce, organik dünyadaki her şeyin biricikliğine vurgu yapar. Tüm organizmalar ve organik fenomenler, biricik özelliklerden oluşur ve toplu olarak ancak istatistiksel terimler ile tanımlanabilir. Bireyler veya organik varlıkların herhangi bir çeşidi, ancak aritmetik ortalamasını ve varyasyon istatistiklerini belirleyebileceğimiz populasyonları oluşturur. Ortalamalar sadece istatistiksel soyutlamalar iken, sadece populasyonu oluşturan bireyler gerçek olandır. Bu durumda, bir türü tanımlayan tip, o türün bireyleri arasında gözlenen biyolojik değişkenliğin bir soyutlamasıdır.

Özetle, tipolojik düşünceye göre, tip (idea) gerçek olandır, değişkenlik ise illüzyondur. Populasyon düşüncesine göre ise, tip (ortalama) bir soyutlama iken, sadece değişkenlik gerçek olandır. Yani, biyolojik bilimlerin penceresinden bakacak olursak, değişkenlik gerçeklik iken, tip ise olsa olsa bu değişkenliği anlama çabasının bir aracıdır.

İLERİ OKUMA

Mayr E. 1994. Typological versus population thinking. Conceptual issues in evolutionary biology, 157–160.



Loading

Kategoriler
Biyocoğrafya İklim değişikliği biyolojisi

Geçmişi Anlamak ve Geleceği Öngörmek – I

Bu yazının aslı, şurada yayınlanmıştır: Gür H. 2016. İklim değişikliği ve bir step hayvanı olan Anadolu yer sincabı – 1 / İklim değişikliği nedir, biyolojik sistemleri nasıl etkiler? Bilim ve Gelecek 143: 78-83. https://bit.ly/3yyqi1w

Anadolu yer sincabı

Bu yazıda, genel olarak iklim değişikliği, iklim değişikliğinin biyolojik sistemler üzerindeki etkisini çalışırken yaygın olarak kullanılan modelleme yaklaşımı (moleküler filocoğrafya ile birlikte ekolojik niş modellemesi) ve bu yaklaşımın nasıl kullanılabileceğinin bir örneği olarak iklim değişikliğinin step ve alpin çayırlarda yaşayan Anadolu yer sincabını (Spermophilus xanthoprymnus) nasıl etkilediği/etkileyeceği üzerinde durulmuştur. Yazının genel kurgusu, özellikle gelecekte gerçekleşecek iklim değişikliğinin biyolojik sistemleri (örneğin, step alanları ve canlılarını) nasıl etkileyeceğini (geleceği) gerçekçi öngörmek için, gerçekleşen iklim değişikliğinin biyolojik sistemleri nasıl etkilediğini (geçmişi) iyi anlamak gerektiği üzerinedir.

Loading

Kategoriler
Biyocoğrafya

Doğal çevre kaybı ve bulaşıcı hastalıklar

Doğal çevre kaybı ve parçalanması, doğal çevre insan etkileşimi sınırını uzatarak, yaban hayatı insan temasını, böylece yaban hayatı kaynaklı patojenlerin neden olduğu yeni bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkma riskini arttırır (1, 2)!

Örneğin, 2013 yılında başlayan Batı Afrika Ebola salgınının (3) özellikle etkili olduğu coğrafyadaki (Gine, Liberya ve Sierra Leone) 2001-2019 yılları arasındaki orman kaybı, 4.16 milyon hektar, yani, 2000 yılına göre %21’dir (4).

1. kaynaktan değiştirilerek alınmıştır.
4. kaynaktan alınmıştır. Hesaplama, siyah çizgi ile gösterilen alan için yapılmıştır. Yeşil ağaç örtüsünü, kırmızı ise ağaç örtüsü kaybını göstermektedir.

Kaynaklar

(1) https://bit.ly/2DRZ9Pp 

(2) https://bit.ly/3fKxXPU

(3) https://bit.ly/2XG0v7e 

(4) https://bit.ly/31zOzov

Loading

Kategoriler
Biyocoğrafya İklim değişikliği biyolojisi

Buzul Döngülerinin Anadolu’nun Biyolojik Çeşitliliği Üzerine Etkileri

Büyük kıtasal buz tabakaları, Kuzey Yarımküre’de Kuveterner boyunca birçok kez ilerlemiş ve geri çekilmiştir. Büyük kıtasal buz tabakalarının olduğu dönemler buzul dönemler, diğer dönemler ise buzullararası dönemler olarak bilinmektedir. Buzul buzullararası döngülere eşlik eden iklim değişiklikleri, ya türlerin yer değiştirmesine, değişen çevresel koşullara uyum sağlamasına ya da yok olmasına neden olur. Coğrafi dağılım değişiklikleri, türlerin bu iklim değişikliklerine verdiği en çarpıcı ve en iyi belgelenmiş cevaplardır. Türlerin Geç Kuvaterner buzul buzullararası döngülerine eşlik eden küresel iklim değişikliklerine nasıl cevap verdiğini anlamak için, ekolojik niş modellemesi, son zamanlarda biyocoğrafi çalışmalarda moleküler filocoğrafya ile birlikte yaygın olarak kullanılmaktadır. Ekolojik niş modellemesi, moleküler filocoğrafya ile birlikte, Anadolu’da yaşayan türlerin Kuvaterner dinamiklerini/evrimsel tarihini ve böylece Anadolu’nun biyocoğrafyasını anlamamıza katkı sağlayacaktır. Burada bağlantısı verilen yazıda, yukarıdaki içerik açısından kuş ve memeli türleri ile ilgili birkaç örnek verilmiş ve gelecek perspektifleri tartışılmıştır. >>> https://bit.ly/2Mvh8Qf

Loading

Kategoriler
Genel İklim değişikliği biyolojisi

Doğal Seçilim Yoluyla Evrim / Güncel Bir Örnek: Alaca Baykuş

Bu yazının aslı, şurada yayınlanmıştır: Gür H. 2016. Doğal Seçilim Yoluyla Evrim, Güncel Bir Örnek Alaca Baykuş. Evrimin Işığında, Editörler: Akış I., Altınışık N.E. Yazılama Yayınevi, İstanbul. s. 197-206.

Charles Robert Darwin (1809-1882), “Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni veya Yaşam Savaşında Avantajlı Irkların Korunması Üzerine” “On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life”,kısatılmış adıyla “Türlerin Kökeni Üzerine” “On the Origin of Species” adlı kitabını 24 Kasım 1859 yılında yayınlamıştır. 1250 adet basılan bilim tarihinin bu anıt yapıtı daha o gün tükenmiştir. Daha sonra, Türlerin Kökeni Üzerine’nin 1860, 1861, 1866, 1869, 1872 yıllarında beş yeni baskısı yapılmıştır (son baskıda kitabın başlığındaki ‘üzerine’ kelimesi çıkarılmıştır). Darwin, bu yeni baskılarda pek çok eleştiriye cevap olarak sürekli düzeltmeler yapmıştır. Aslında Darwin, kuramının ön taslaklarını 1842 ve 1844 yıllarında yazmıştır. Türlerin Kökeni, ilk taslağın yazıldığı tarihten 17 yıl sonra yayınlanmıştır. Darwin, neden bu kadar beklemiştir? Bir açıklama, Darwin’in kuramının evrim düşüncesinden daha aykırı bulduğu felsefi materyalizm ile ilişkili olduğunu düşünmesi ve bunu açığa vurmaktan çekinmesidir.    

Türlerin Kökeni, iki temel kurama sahiptir;

  1. Değişerek türeme (=descent with modification). Bu kuram, yaşayan ve tükenen tüm türlerin ortak bir kökene sahip olduğunu belirtir. Yani, türler, bir veya birkaç yaşam formundan değişerek türemiştir.
  2. Doğal seçilim. Bu kuram, Türlerin Kökeni’nin gerçek katkısıdır; değişerek türemeden sorumlu mekanizmayla ilgilidir ve Lamark’ın bireysel organizmaların değiştiği transformasyonal (=transformational) kuramından farklı olarak populasyonların değiştiği varyasyonal (=variational) bir kuramdır.

Darwin’in evrim kuramı (evrim üzerine düşünceleri), aslında beş kuramı içermektedir.

  1. Evrim. Bu kuram, organizmaların zaman boyunca değişmesiyle ilgilidir ve Darwin’in orijinal fikri değildir. Ancak evrimin kanıtlarını bu kadar inandırıcı olarak sunan ve birçok biyoloğa aslında değişimin gerçekleştiğini kabul ettiren Darwin’dir.
  2. Ortak köken. Bu kuram, türlerin ortak atalardan ayrıldığını ve yaşamın tümünün büyük bir aile ağacı olarak betimlenebileceğini belirtir. Bunu, ilk kez tartışan Darwin’dir.
  3. Aşamalı değişim (=gradualism). Bu kuram, organizmalar arasındaki farklılıkların ara formlar yoluyla sayısız küçük değişiklikle evrimleştiğini belirtir. Bu, farklılıkların ara formlar olmaksızın sıçramalar (saltasyonlar=saltations) yoluyla evrimleştiği açıklamasından oldukça farklıdır. 
  4. Populasyonların değişmesi (=populational change). Bu kuram, populasyon kavramı ile ilişkilidir ve evrimin bir populasyondaki kalıtsal karakterler açısından farklı olan bireylerin oranlarının zaman boyunca değişmesiyle gerçekleştiğini belirtir. Bu düşünce, Darwin tarafından hem bir tür içindeki karakterlerin evrimine hem de ortak bir atadan yeni türlerin oluşumuna uygulanan tamamen orijinal bir fikirdir.
  5. Doğal seçilim. Bu kuram, bir populasyondaki kalıtsal karakterler açısından farklı olan bireylerin oranlarındaki değişikliklerin hayatta kalma ve üreme başarılarındaki farklılıların sonucu olduğunu ve bu değişikliklerin uyum/uyarlanmanın evrimiyle sonuçlandığını belirtir. Bu süreç, bu yazının geri kalanında kısaca ele alınacaktır.

Doğal seçilim, Darwin’in Türlerin Kökeni’nde ortaya koyduğu dört önermenin mantıksal bir sonucudur. Türlerin Kökeni, bu önermelerin desteklenmesi üzerine uzun bir tartışmadır. Bu dört önerme, şu şekilde özetlenebilir:

  1. Bir populasyondaki bireyler, ilgili karakter (örneğin, renklenme, vücut büyüklüğü vb.) açısından birbirinden farklıdır.
  2. Bir populasyondaki bireyler arasında değişkenlik sergileyen karakter, en azından bir dereceye kadar, kalıtılabilirdir (yani, ilgili karakter açısından bireyler arasında gözlenen değişkenliğin en azından bir kısmı, genetik değişkenlikle ilişkilidir).
  3. Bir populasyondaki bireyler, uyum gücü (yani, hayatta kalma ve/veya üreme başarısı) açısından birbirinden farklıdır.
  4. Bir populasyondaki bireylerin uyum gücü, ilgili kalıtılabilir karakterle ilişkilidir. 

Aslında bu dört önerme, bir populasyonda ilgili karakter açısından doğal seçilimin gerçekleşmesi için sağlanması gereken dört koşulu belirtmektedir. Yani, bu dört koşul sağlanırsa, bir populasyondaki ilgili karakter açısından farklı olan bireylerin oranı zaman boyunca değişecek (örneğin, karakterin belirli bir durumuna sahip bireylerin oranı artacak) ve populasyon o karakter açısından doğal seçilim yoluyla evrimleşecektir. Bu durumda, doğal seçilim yoluyla evrimleşen ve bireylerin uyum gücünü arttıran karakter veya karakterin belirli bir durumu, uyum/uyarlanma olarak tanımlanır.

Doğal bir populasyonda bu dört önerme ve doğal seçilim yoluyla evrimin gerçekleştiği gözlem yoluyla sınanabilir mi? Bu yazının geri kalanı, alaca baykuşlarda (Strix aluco) yüksek derecede kalıtılabilir bir fenotipik karakter olan tüy renklenmesi üzerindeki selektif rejimin değişmesiyle iklim değişikliği arasındaki ilişkiyi inceleyen ve bu açıdan az bulunur güncel bir örnek (Karell ve arkadaşlarının çalışmaları; bkz. Kaynaklar) üzerinden bu sorunun yanıtlanması üzerine olacak. Ancak hemen şimdi bu soruya kısa ve net bir cevap vermek gerekirse; evet, bu dört önerme ve doğal seçilim yoluyla evrimin gerçekleştiği gözlem yoluyla sınanabilir.

Bir grup Finlandiya’lı bilim insanı, 1981–2008 yılları arasında Güney Finlandiya’da 250 km2’lik bir çalışma alanında alaca baykuşlar üzerinde çalışmıştır. Bu tür, ormanlık alanlarda yaşıyor ve Türkiye’nin kıyı kesimi dahil, daha çok Batı Paleartik bölgede dağılım gösteriyor. Çalışılan populasyondaki üreyen erkek ve dişilerin çoğunluğu yakalanmış ve markalanmıştır. Ayrıca, bireylerin üretkenlikleri takip edilmiştir. Üreyen tüm bireylerin tüy renklenmesi, her yakalamada yarı sürekli ordinal bir ölçek (4’ten (gri) 14’e (kırmızımsı kahverengi) kadar değişen) kullanılarak ölçülmüştür (Şekil 1).

Şekil 1. Çalışılan populasyonda tüy renklenmesinin frekans dağılımı (Karell ve ark. 2011’den alınmıştır). Frekans dağılımı iki tepelidir. Renk skoru, 9 ve altında olan bireyler gri morf, 10 ve üzerinde olan bireylerse kahverengi morf olarak sınıflandırılmıştır.

1. Önerme: Bir populasyondaki bireyler, ilgili karakter açısından birbirinden farklıdır.

1978–2008 yılları arasında 491 birey 1116 kez yakalanmış ve tüy renklenmesi ölçülmüştür. Bu ölçümler, tüy renklenmesinin bireyler arasında yaş ve eşeyden bağımsız olarak griden kırmızımsı kahverengiye kadar değiştiğini ve populasyonda kendi içinde de farklılık sergileyecek şekilde aslında iki renk morfunun (gri ve kahverengi) olduğunu gösterir. Yani, çalışılan populasyondaki bireyler, tüy renklenmesi açısından (gri ve kahverengi ve bu renklerin tonları olacak şekilde) birbirinden farklıdır (Şekil 1).

“Bir populasyondaki bireyler arasında birçok karakter açısından değişkenlik gözlenmesi evrenseldir.”

2. Önerme: Bir populasyondaki bireyler arasında değişkenlik sergileyen karakter, en azından bir dereceye kadar, kalıtılabilirdir.

1978 yılından beri üreyen erkek ve dişiler ve yavrularının tüy renklenmesi ölçülmüştür. Tüy renklenmesi ölçülen ve tüy renklenmesi ölçülmüş en azından bir akrabaya sahip 167 birey kullanılarak yapılan kantitatif genetik analizler, bu karakterin % 79.8 (± 13.8, standart hata) kalıtılabilir olduğunu gösterir. Yani, çalışılan populasyondaki bireyler arasında değişkenlik sergileyen tüy renklenmesi kalıtılabilirdir; tüy renklenmesi açısından bireyler arasında gözlenen değişkenliğin yaklaşık % 80’i, genetik değişkenlikle ilişkilidir. Daha basit bir ifadeyle, yavrular, tüy renklenmesi açısından büyük oranda ebeveynlerine benzerler (Şekil 2).

Şekil 2. Tüy renklenmesi açısından ebeveynler ve yavruları arasındaki ilişki (Brommer ve ark. 2005’ten alınmıştır). Kahverengi (yüksek renk skorlu)  ebeveynler kahverengi yavrulara, gri (düşük renk skorlu) ebeveynlerse gri yavrulara sahip olma eğilimindedir.  

Bu kadar yüksek bir kalıtılabilirlik, birkaç genin tüy renklenmesini kontrol ettiğini ileri sürer. Gerçekten de, yavruların renk morfunu ebeveynlerinin renk morfuyla karşılaştıran  analizler, renk morflarının (kahverengi alelin gri alel üzerinde baskın olduğu tek lokuslu Mendel katılımı ile tutarlı) büyük etkilere sahip birkaç gene dayanan bir genetik yapıya sahip olduğunu gösterir.

“Bir populasyondaki bireyler arasında değişkenlik sergileyen birçok karakter kalıtılabilirdir.”

3. ve 4. Önermeler: Bir populasyondaki bireyler, uyum gücüaçısından birbirinden farklıdır ve bireylerin uyum gücü, ilgili kalıtılabilir karakterle ilişkilidir. 

Alaca baykuşların çevresi değişmektedir. Kışlar, küresel ısınma nedeniyle, özellikle yarı arktik bölgede daha yumuşak geçmektedir. Dahası, temel besin kaynağı olan tarla farelerinin döngüsel dinamikleri, son yıllarda zayıflamış ve düzensizleşmiştir. Bu tür değişikliklerin renk morflarının hayatta kalma başarısını farklı etkileyip etkilemediği, 1981–2008 yılları arasında 466 bireyden toplanan veriye yakalama-yeniden yakalama modeli uygulanarak test edilmiştir. Bu test, özellikle kar derinliği arttıkça, kahverengi morfun hayatta kalma başarısının gri morfunkinden daha fazla azaldığını gösterir. Yani, çalışılan populasyondaki bireyler, hayatta kalma başarısı açısından birbirinden farklıdır ve bireylerin hayatta kalma başarısı, son yıllara kadar (son yıllarda renk morflarının hayatta kalma başarısı eşitlenmiştir; bkz. aşağıya) tüy renklenmesiyle ilişkilidir (Şekil 3a).

Şekil 3. (a) Kar derinliği ile ilişkili olarak renk morflarının hayatta kalma oranı, (b) 1981–2008 yılları arasında Güney Finlandiya’da kışın hayatta kalma açısından kritik olan dönemde kar derinliği ve (c) 1981–2008 yılları arasında renk morflarının hayatta kalma oranı (Karell ve ark. 2011’den alınmıştır). Daireler gri morfu, kareler kahverengi morfu temsil eder.

“Bir populasyondaki bireyler arasında hayatta kalma ve/veya üreme başarısı açısından değişkenlik gözlenmesi evrenseldir ve bu değişkenlik çoğu kez kalıtılabilir karakterlerle ilişkilidir.”

1981–2008 yılları arasında kar derinliği azalmış (Şekil 3b); böylece, bu yıllar boyunca gri morfun hayatta kalma başarısı oldukça sabit kalırken, kahverengi morfun hayatta kalma başarısı artmıştır (Şekil 3c). Yani, daha yumuşak geçen kışlar nedeniyle, son yıllarda renk morflarının hayatta kalma başarısı eşitlenmiştir (Şekil 3b,c). Bu, kahverengi morf üzerindeki iklimle ilişkili negatif seçilimin azaldığıyla ilgili güçlü bir kanıttır. Sonuç olarak, 1981–2008 yılları arasında çalışılan populasyonda kahverengi morfun oranı artmıştır (Şekil 4a). Hatta, 1961–1968 yılları arasında Finlandiya’nın her tarafından ornitologların yakaladığı 3239 bireyin tüy renklenmesi (gri ve kahverengi şeklinde) belirlenmiş ve ülke genelinde kahverengi morfun oranının arttığı gösterilmiştir (Şekil 4b). Bu, genetik sürüklenmenin bu artışın nedeni olamayacağını gösterir. Çünkü genetik sürüklenme, küçük populasyonlarda etkin olan evrimsel bir mekanizmadır. Bir diğer evrimsel mekanizma olan migrasyonun da, bu artışın nedeni olamayacağı gösterilmiştir. Her iki renk morfunun üreme başarıları arasında da fark bulunamamıştır. Yani, kahverengi morfun oranındaki artış, kahverengi bireylerin çalışılan populasyona immigrasyonuyla ve daha fazla yavru sahibi olmasıyla açıklanamaz. Ayrıca, kışlar yumuşak geçtikçe, bireylerin kendi renklerini değiştirdiğine yönelik (fenotipik esnekliğe işaret eden) herhangi bir kanıt da bulunamamıştır.

Şekil 4. (a) Çalışılan populasyonda ve (b) Finlandiya’da ülke genelinde üreyen bireyler arasında kahverengi morfun oranı (Karell ve ark. 2011’den alınmıştır).

Güney Finlandiya’da 250 km2’lik bir alanda çalışılan alaca baykuş populasyonunda Darwin’in Türlerin Kökeni’nde ortaya koyduğu dört önerme ve doğal seçilim yoluyla evrimin gerçekleştiği gözlem yoluyla sınanmıştır. Çalışılan populasyonda, hatta ülke genelinde tüy renklenmesi açısından farklı olan bireylerin oranı zaman boyunca değişmiş (kahverengi morfun; böylece, kahverengi alelin oranı artmış) ve populasyon tüy renklenmesi açısından doğal seçilim (hayatta kalma seçilimi) yoluyla evrimleşmiştir.

Biyolojik evrim, bir veya daha fazla karakter açısından kalıtsal olarak farklı olan bireylerin oranlarının zaman boyunca değişmesi olarak tanımlanır. Burada hatırlatılması gereken, evrimin mutasyon, göç ve genetik sürüklenme yoluyla da gerçekleşebileceğidir. Ancak her kuşakta rastlantısal olarak oluşan kalıtsal değişkenliğin çevresel değişkenliğe uyumunu sağlayan (bu anlamda, deterministik olan, rastlantısal olmayan) ve uyum/uyarlanmadan sorumlu tek evrimsel mekanizma doğal seçilimdir.”

Peki, 1981–2008 yılları arasında kar derinliği azalırken, kahverengi morfun hayatta kalma başarısı neden artmıştır? İlk olarak, tüy renklenmesinin kendisi doğrudan seçilimin hedefi olabilir. Örneğin, kahverengi morf üzerindeki predasyon baskısı, daha çok karın olduğu ortamda daha fazla olabilir. İkinci olarak, tüy renklenmesi, pleiotropik etki yoluyla seçilimin gerçek hedefi olan diğer bir karakterle ilişkili olabilir. Hem moleküler hem de bireysel seviyede artan kanıtlar, renklenme (melanizasyon) ve fizyolojik bir karakter (metabolizma, bağışıklık fonksiyonu gibi) arasındaki genetik ilişkinin farklı çevrelerde morfların diferansiyel (farklılık gösteren) performansına neden olabileceğini ileri sürer. Son olarak, enerji dengesi ve melanin pigmentasyonu arasındaki pleiotropik etkiler (eğer melanistik (kahverengi) morf, daha yüksek enerji gereksinimi olduğu için daha fazla besleniyor; böylece, sert kış koşullarında predasyona daha açık hale geliyorsa), diferansiyel predasyon baskısına neden olabilir.   

Son olarak, temel olarak bazı sosyal davranışların doğal seçilim yoluyla evrimleşebileceğini söyleyen sosyobiyoloji hakkında, bu yazının içeriği açısından neler söyleyebiliriz. Daha önce bir populasyonda ilgili karakterin doğal seçilim yoluyla evrimleşmesi için sağlanması gereken dört koşulu belirtmiştik. Bu durumda, ilgili karakter, kin, saldırganlık veya ilgilendiğiniz herhangi bir sosyal davranış olabilir. Sosyobiyoloji açısından en büyük sorun, diğer önermelerin geçerli olduğu gösterilse bile, sosyal davranışların kalıtılabilir olduğuna (yani, 2. Önerme) yönelik dolaysız kanıtların olmamasıdır. Stephen Jay Gould’un ifadesiyle, “… Darwinci süreç, seçilecek genler olmadan işlemez” (bkz. Gould 2013, s. 310).

Kaynaklar

BirdLife International. (2014) Strix aluco. The IUCN Red List of Threatened Species 2014: e.T22725469A40732957. http://dx.doi.org/10.2305/IUCN.UK.2014-2.RLTS.T22725469A40732957.en. 23 Mart 2016 tarihinde erişilmiştir.

Brommer J. E., Ahola K., Karstinen T. (2005) The colour of fitness: plumage coloration and lifetime reproductive success in the tawny owl. Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, 272, 935-940.

Freeman S., Herron J. C. (2009) Evrimsel Analiz. Palme Yayıncılık, Ankara.

Futuyma D. J. (2008) Evrim. Palme Yayıncılık, Ankara.

Gould S. J. (2013) Darwin ve sonrası: doğa tarihi üzerine düşünceler. Say Yayınları, İstanbul.

Karell P., Ahola K., Karstinen T., Valkama J., Brommer J. E. (2011) Climate change drives microevolution in a wild bird. Nature Communications, 2, 208.

Mayr E. (2016) Evrim nedir? Say Yayınları, İstanbul.

Kategoriler
İklim değişikliği biyolojisi

İklim Değişikliği Nedir?

İklim değişikliği, basit olarak doğal değişkenliğin ve/veya insan faaliyetlerinin sonucunda iklimde zaman boyunca gözlenen herhangi bir değişikliktir. Daha doğru bir ifadeyle, iklim değişikliği, iklimsel değişkenlerin frekans dağılımlarında zaman boyunca gözlenen değişikliklerdir. Çünkü olasılık/frekans dağılımları temelinde istatistiksel bir açıdan bakmadan iklim değişikliğini ve etkilerini anlamak biraz zor!

Bir frekans dağılımını istatistiksel olarak özetlemenin en kolay yolu ise, dağılımın yeri ve değişkenliği hakkında bilgi veren tanımlayıcı istatistikleri (yer ölçüsü olarak en sık ortalama ve değişkenlik ölçüsü olarak örneğin standart sapma) kullanmaktır. Yani, sadece yer ölçüsü (örneğin, ortalama istatistiğini) kullanarak, bir frekans dağılımını veya bir frekans dağılımındaki değişikliği tanımlamak mümkün değildir! Buna rağmen, iklim değişikliği ile ilgili konuşurken, genellikle bir iklimsel değişkenin ortalamasından veya ortalamasındaki değişiklikten bahsedilir!!!

Şimdi frekans dağılımları temelinde istatistiksel bir açıdan bakmadan iklim değişikliğini ve etkilerini anlamanın neden zor olduğunu örneklemeye çalışalım. Örneğin, kuzey yarımküre karasal ortalama yaz sıcaklığı, 1951-1980 ve 2005-2015 arasında 1.5 oC artmıştır. Bu artış, gün içinde bile deneyimlenen sıcaklık farklarının oldukça altındadır!!! Ancak 1.5 oC, aslında yaz sıcaklığı frekans dağılımının 1951-1980 ve 2005-2015 arasında ne kadar yer değiştirdiğini gösterir. Yaz sıcaklığı frekans dağılımının değişkenliğinin (bu örnekte standart sapma) ise, aynı süre boyunca 1.4 kat arttığını not edelim. İşte bu değişikliklerin bir parçası olarak, örneğin, aşırı sıcak yazlar, 1951-1980 ve 2005-2015 arasında 145 kat artmıştır.   

Şimdi ortalama yaz sıcaklığındaki gün içinde bile deneyimlenen sıcaklık farklarının oldukça altında olan 1.5 oC artışın ne anlama geldiği konusunda bir kez daha düşünme vakti!  

Kaynaklar:

It’s Not Your Imagination. Summers Are Getting Hotter. https://nyti.ms/3nRcUQJ

What can the normal distribution tell us about climate change? https://bit.ly/3ppaf14

 

Loading

Kategoriler
Biyocoğrafya

Alıç Ağacının Gölgesinde Anadolu Bozkırları

Hikmet Ahmet Birand, Anadolu’nun bitki coğrafyasını çok iyi bilen, değerli bir bitki bilimci (botanik uzmanı) ve doğaseverdi. Bir edebiyatçı olmadığı halde, değme denemecilere taş çıkartan güçlü yazın dili ile halkın beğenisini ve sevgisini kazanmıştı. Anadolu’daki bitki birliklerinin birbirleri ve çevreleri ile olan ilişkilerini bir alıç ağacı ile sıcak bir sohbet havasında anlattığı Alıç Ağacı ile Sohbetler kitabı, sunduğu yeni görme biçimi ile ekolojik okur yazarlığa büyük ilgi uyandırmıştır. Hikmet hocanın anısına Tuna Ekim hoca ile hazırladığımız Alıç Ağacının Gölgesinde: Anadolu Bozkırları isimli, alanında uzman bilim insanlarının katkılarıyla oluşan kitap, İş Bankası tarafından yayınlandı. Anadolu bozkırlarına yolculuk yapmak isteyenler için raflarda. Şimdiden iyi okumalar.

Kitabın editörlerinden Mutlu Kart Gür’ün kaleminden…

Loading

Kategoriler
Biyocoğrafya

Tek DÜNYA Tek SAĞLIK!

İnsan sağlığı, hayvan ve çevre sağlığına bağlıdır. Yani, üzerinde yaşadığımız dünyanın bir bütün olarak sağlığı söz konusudur. Arazi kullanımındaki değişiklikler (örneğin, orman tahribatı), aşırı tüketim/kullanım (örneğin, avlanma), iklim değişikliği vb. biyolojik çeşitliliği tehdit eden etkenler, ayrıca dünya sağlığını, dolayısıyla insan sağlığını tehdit etmektedir.

SARS-CoV-2 ve neden olduğu COVID-19 bulaşıcı hastalığı, ayrıca bir Tek SAĞLIK sorunudur! >>>

https://anadolubiyocografyasi.com/sars-cov-2nin-biyocografyasi/

https://anadolubiyocografyasi.com/dogal-cevre-kaybi-ve-bulasici-hastaliklarin-ortaya-cikma-riski/

Loading

Kategoriler
Biyocoğrafya

Anadolu’da Bergmann Kuralı

Ekocoğrafi kurallar içinde en bilineni Bergmann kuralıdır (= aynı türün daha soğuk iklimlerde yaşayan bireylerinin daha sıcak iklimlerde yaşayan bireylerinden daha büyük olma eğilimi). Biyolojik bilimler ile yolu bir şekilde kesişen birçok kişi bu kuralı duymuştur. İşte size diğer coğrafyalardan değil, Anadolu’dan bir örnek.

Anadolu yer sincapları, iç ve doğu Anadolu (özellikle kuzeydoğu Anadolu) bozkırlarında dağılım gösterir. Ayrıca, bir miktar batı Ermenistan ve kuzeybatı İran’a sokulurlar. Daha soğuk ve mevsimsel ve birincil prodüktivitesi (bitkisel üretimi) daha yüksek olan coğrafi yerlerde (özellikle iç Anadolu’dan Erzurum-Kars platosuna doğru gittikçe) yapısal olarak daha büyük olma eğilimindedirler. Bu, Bergmann kuralın Anadolu yer sincaplarında ampirik (deneysel) bir örüntü olarak geçerli olduğu anlamına gelmektedir. Peki, Anadolu yer sincapları, neden böyle bir örüntü sergilemektedir?

Anadolu yer sincapları, yılın yaklaşık olarak yarısını veya daha uzun bir süreyi (Erzurum-Kars Platosu’nda 7.1-8.4 ay, İç Anadolu’da ise 5.3-7.4
ay) hibernasyonda (kış uykusunda) geçirir. Bu dönemdeki enerji gereksinimlerini, temel olarak hibernasyon öncesinde depoladıkları yağ rezervlerinden karşılarlar. Sonuç olarak, kış boyu hayatta kalma başarıları, hibernasyon öncesinde depoladıkları yağ rezervlerinin büyüklüğü ile pozitif ilişkilidir. Bu nedenle, hibernasyonu ve hemen sonrasını içerecek şekilde kış boyu enerji gereksiniminin daha fazla ve besinin daha uzun bir süre sınırlı olduğu daha soğuk ve mevsimsel olan coğrafi yerlerde (örneğin, Erzurum Kars Platosu’nda) açlığa dayanıklılıkları daha fazla olmalıdır. Böylece, hibernasyon öncesinde daha fazla yağ depolamalıdırlar. Bununla birlikte, hibernasyona giren memelilerin hibernasyon öncesi depoladığı yağ rezervlerinin maksimum büyüklüğü, yağ depolama ile ilişkili morfolojik kısıtlamalar ve maliyetler yüzünden, tutarlı bir şekilde vücut ağırlığının %40-50’sidir. Böylece, yağ depolama kapasitesi, orantılı olarak vücut ağırlığı ile birlikte artar. Diğer bir deyişle, hibernasyon öncesinde daha fazla yağ depolamak için, yapısal olarak daha büyük olmak gerekir. Gerçekten de, Anadolu yer sincapları, Erzurum-Kars Platosu’nda daha büyüktür. Daha soğuk ve mevsimsel olan Erzurum-Kars Platosu’nda daha uzun bir süre sınırlı olan besin, daha yüksek birincil üretime sahip yaz aylarında hem yapısal olarak daha büyük olmayı hem de buna eşlik eden yağ depolama kapasitesini destekleyecek şekilde daha fazladır. >>>

https://bit.ly/2JbcxRK

Sonuç olarak, Erzurum-Kars platosuna doğru gittikçe, birçok organizmada çok farklı uyarlanmalar göreceğimizi öngörebiliriz!

Loading